4 Temmuz 2011 Pazartesi

Son Fenev Marşı.

Düştüm maphus damlarına puan veren bol olur
Toplasam o puanları buradan (bank asya'dan) süper lige yol olur
Şekip, Sezer, Emenike dar günümde el olur
Şampiyonluk belasına kardaş saçtığımız para bizim
Şike sevdasına kardaş yattığımız dam bizim...

5 Mayıs 2011 Perşembe

Mehmet'e sıkı sarıl...

Mehmet'e sıkı sarıl...
Tarihler 5 Mayıs 1996…

Fenerbahçe’ye yenilip şampiyonluğu kaybettiğimiz tarih. İhaneti, hainliği, kahpeliği gördüğümüz tarih…

“Şampiyonluk tamamen bana borçludur. Neler yaptım neler, dedim Aygün’ü sarın mumya edin…” Ali Şen.

Türlü türlü oyunlarla, Fenerbahçe’nin yönetimi kendi sahamızı bize zindan etti. Öyle ki Fenerbahçe’nin 2 golünü atan futbolcular Oğuz Çetin ve Aykut Kocaman da bu kahpelikten rahatsız olmuş olacak ki, her ikisi de “üzgün” olduklarını belirtmişlerdi. Onlara ne mi oldu, ikisi de kadro dışı bırakılıp İstanbulspor’un yolunu tuttular. Fenerbahçe’ye şampiyonluğu getiren iki futbolcu “kovuldu”

Mehmet Dalman henüz 12 yaşındaydı… Ne yaptığını bilmeyen bir çocuktu belki ama aşkı daha o yaşında tanımıştı. Trabzonspor’un aşığıydı. Hazmedemedi ihaneti şeklen küçük maneviyatı kocaman olan yüreği. İncir ağacına asarak kendisini intihar etti. Ali Şen, Trabzonspor’un ocağına incir ağacı dikti, küçük Mehmet o incirde kendisini astı…

Unutmadık bunları, Günahların Takımı Fenerbahçe…

Kazım Koyuncu’ya;

“Mehmet’e sıkı sarıl… O daha küçüktür. Söz, şampiyonluk kupasını alınca mezarına getireceğiz. Değil 22, 1000 yıl beklesek dahi.”

25 Nisan 2011 Pazartesi

Fenerbahçe Taraftarı

Oğlum artık ağlamayın, bırakın şu "Herkes bize düşman herkes bukalemun" triplerini. Üstelik kara tarihinizde, Galatasaray Basketbolda şampiyon olmasın diye takımınızı rakibin karşısından çekip, hükmen mağlup olmak gibi "kapkara" (hiçbir şeyle temizlenmeyecek) lekeler varken...

Bir takımdan neden nefret edilebilir? Çok başarılı olduğundan olabilir. Nitekim Barcelona'ya karşı nefretin en büyük sebebi bu, çok başarılı bir futbol oynuyorlar, makine düzeninde... "Benim" gibi gıpta edenler, "lan helal olsun" diyenler bunu beğenirken, sonuca odaklı zihniyet bundan nefret edip, karşıtı Real Madrid ve Mourinho'yu beğenebilir. Normaldir. Klasik bir psikoloji. Garibanın yanında olmak.

Oysa kusuruma bakmayın 2 gram dahi bu sınıfa giremiyorsunuz. Futbol branşında hala Galatasaray'ın birkaç kilometre gerisindesiniz. Siz bir yıldızı takımınıza getirmek için, 14 milyon avro transfer bedeli 4 milyon avro kontrat verirken, Galatasaray bunu 1,5-2 milyon avro'ya tamamlayabiliyor... (Guiza-R. Carlos-Niang vs. versus Baros-Kewell-Lincoln vs.) Bu bile kulüp marka değerinin ve aradaki "başarı" farkının kanıtıdır.

Neden mi nefret ediyoruz? Kendinizi bilmediğinizden. Antipatik olduğunuzdan. Güllük gülistanlık giderken lig, sanki bir şeylerin tetiğine basar gibi, "Trabzon'un penaltılarını" konuştuğunuzdan. Ali Şen başkanınız "O son maçlarda gelen şampiyonluk tamamen bana aittir, neler yaptım neler" diye yavşak yavşak anlatırken yaptığı manipülasyonları, iki gram "Terbiyesizlik" demediğinizden. Dün, bağdat caddesinde işinize geliyor diye, Beşiktaş-Beşiktaş diye tempo tutarken, bugün Bursaspor'un "Şampiyon Trabzon" demesini bukalemunluk olarak gördüğünüzden.

Görmemişliğinizden...

Ben bir Trabzonspor taraftarıyım, 24 yaşına girdim ve Şampiyonluk yaşamadım. Trabzonspor'dan daha çok sevdiğim Adana Demirspor da keza, hiçbir başarı görmedim. Başarısızlık bana koymaz, başarısız olduk diye stadımı yakmam ben. Bu kafada bir adamın rakibi ne Beşiktaş'tır, ne Galatasaray, ne Fenerbahçe... Oysa bu 3 takım içerisinde kendisinden nefret ettirmeyi başaran tek takım Fenerbahçe. Kıskançlıktan dersiniz "götünüzdeki bir karış bokla", hep dedim yine diyorum, kıskansam Galatasaray'ı kıskanırdım. Uefa Kupasını-Süper Kupa'yı kazandıkları için. Şampiyonlar Liginde iki kez 2. tura çıkmayı başarıp, Çeyrek final oynadıkları için. Şampiyonlar Kupasında yarı finale çıkabildikleri için. İki kere futbolcularının Altın Top'u kazanmayı başardığı için (Tanju Çolak ve Metin Oktay) Oysa iki gram kıskanmıyorum. Onlar yapabildiyse, yarın bir gün Trabzonspor da yapabilir inançla diyorum, takımıma bağlanıyorum.

Beşiktaş'ı kıskanabilecek bir şeyim yok, oran-orantıya kurduğumuzda lige 1956'da başlayan takımla 1969'da başlayan bir takıma göre oran-orantıda onlardan daha başarılıyız. Yine Fenerbahçe de aynı şekilde... Oysa tek nefretimi kazanan siz oluyorsunuz, onlar olacağına başkası olsun diyebiliyorum ben de. Sebebi de hep sensin ve Fenerbahçe taraftarı... Yöneticilerinizin puştluğu, yönetici puştluğu olarak kalabilir. Benim takımım da sonuçta Mehmet Ali Yılmaz gibi bir başkan gördü geçirdi... (Ama bak ben M. Ali Yılmaz gibi bir başkan! diyebiliyorum) Sende iki gram mantık-sağduyu kalmamış yahu... Bir kere de sormuyorsun, acaba niye? diye... Daha dün bok olan Bursaspor dahi neden koktu da "Şampiyon Trabzon" diyor diye sormuyorsun. Çünkü senden başka herkes neyin ne olduğunu görebilmiş...

Haftalardır, Trabzonspor'un her maçından önce "yattı-yatar-yatacak" diyorsunuz tüm rakiplerine. Eskişehir çelme takınca da "Bülent Uygun zaten Fenerliydi" diyorsun. Ben, puan kaybettiğinde takımım, kendi futbolcuma kızarken, sen Bursa'ya puan kaybettiğinde "Niye bize karşı böyle oynadılar, kesin Trabzon'a yatacaklar" diyebiliyorsun...

Afedersin ama çok dangalaksın be Fenerbahçe taraftarı.

17 Mart 2011 Perşembe

Mutluluk

Mutluluğun bu kadar basit olduğunu bilmezdim.

Onca yıl "mutsuz palyaço"yu mu oynadım bilemiyorum. Mutlu sanıyordum kendimi belki de. Hep gülen birisi için mutlu olmak ne kadar zor olabilirdi ki sonuçta. Sadece gülmekle kalmıyordum, gülücük de dağıtıyordum insanlara. Beni tanıyıp da hayatında bir kez olsun yüzünü güldürmediğim insan yoktur sanırım. (Espirikli adamım nitekim)

Ancak, gülüşün bu kadar tatlısını zevk verenenini, mutluluğun bu kadar samimisini yaşamamışım sanırım hayatım boyunca.

Ne diyeyim, mutluyum. Ardına bakmıyorum, altını irdelemiyorum, olurlar-olmazlar umurumda değil. Mutluyum. Cahil mutluluğu. Cahil adamın kaygısı olmaz, kaygısız adam mutlu olur formülünü tersinden çözdüm, sağlamasını yaptım. Mutlu oldum kaygılarımdan kaygılanmamaya başladım bu yüzden cahil oldum... O da sikimde değil. Mutluyum lan işte. O kadar.

19 Eylül 2010 Pazar

Kabil Manifestosu

Ben gizlemiyorum olup biteni.
Ne yüreğimi, ne tenimi, ne inadımı, ne ayak dirediğimi...
Hayır, pişman değilim, bu ağırlığın altında ezilmem.
Benliğimden utanıpta yerin dibine geçmem.
İnancımıda, inanmadığımıda örtbas etmem.
Çünkü kendimle yüzleşiyorum ben...
Ama ya siz?
Benim kadar cesur, benim kadar zeki değilsiniz.
Kendi doğanızla yüzleşecek cesaretiniz bile yok.
Bu nedenle özgür değil kölesiniz, biricik değil sürüsünüz...
Dürüst değil, ikiyüzlüsünüz...
Tevazunuz kibir, köleliğiniz efendilik, alçakgönüllülüğünüz de eğer korkaklık değilse başka nedir?
Karşıma dikeceğiniz her değer şimdi o kadar zayıf, o kadar cılız bir ses olarak kalmaya mahkum, ki bu halimle bile sizden daha erdemli çok daha şerefliyim.
Kınayıcılar çoğu kez kınadıklarından daha kirlidir, adım kadar eminim.
Sözcüklerim, duaların kabul edilmediği kabuslar bahçesine iteleneli beri kendi sözcüklerimle kendi kendimi ihlal ettiğimin bilincindeyim.
Kendi sözcüklerimden en fazlada ben muztaribim.
Kendimden tiksindiğim doğrudur belki... Ama size duyduğum tiksintinin yanında hiç kalır bu...
Ortalama ahlakınızla yüzleştiğimden, içyüzünüzdeki ikiyüzlülüğe bulaştığımdan bu yana, ona yaslanarak içinizi rahatlattığınız vicdanlarınızdan da, inançlarınızdan da, sahtekarlıklarınızdan da bıktım, usandım, iğrendim.
Adaletinizden de, neşenizden de tiksindim.
İyi ve gerçek dediğiniz ne varsa hepsinden nefret ettim.
Yenilmişlerin öfkesiyle doluyum şimdi...
İrademi tümüyle kinime teslim ettim.
Artık bütün nedenler kayıp, nedensizim...
Her an her şeye dönüşebilirim.
Körsem kör, sağırsam sağır, isyansa isyan, kötülükse kötülük, öfkeyse öfke... Hepside benim işte...
Bütün alfabe tersine dönüyor benim dilimde...
Övgüm küfür, şarkım diken, şiirimin tümü saçma!
Sarsılmış ruhum dengelerini nerede bulur şimdi?
Bir tek kötülük aklar bundan böyle beni, sadece araya soktuğum şiddetli nefret ayakta tutabilir.
İçi boşalmış... Su ile toprak cesedime ancak o can verebilir.
Böyle bir boşluk sadece kötülükle dolabilir.
Hiçbir şeyimi hiçbir şeyin arkasına gizlemeden yüzüme yapıştırdığınız sahte suretimi indiriyorum ve doğrudan kendi kötülüğüme dönüşüyorum.
Sadece kötülüğü arıyorum şimdi ve başka hiçbir şeyde bulmak istemiyorum.
Hiçbir suçluluk duymadan kötülüğü kendisi için ve kendisi olarak seviyorum.
Kendi yasalarımdan başka yasa tanımayarak bütün yasalara, bütün egemen olanlara başkaldırıyorum.
Değil mi ki yasalarınız sıradanları bağlar, oysa sıradanlarla aynı sırada değilim.
Onların bağlı olduğu yasalarla ölçülemez benim değerim!
Kendi yasalarımı koymaya kendimde yasa tanıyorum.
Çünkü farklılığımı da üstünlüğümü de biliyorum.
Onaylamak değil kökünden değiştirmek, yapmak değil temelinden yıkmak.
Günahsa günah, nefretse nefret, lanetse lanet, ateşse gayya, azapsa azabennar.
Cehennem buysa işte tam göbeğindeyim.
Vurduğum yeri devirdiğim, devirdiğim şeyin yerinede başka bir şey koyduğum düşünülmesin.
Çünkü artık hiçbir değerim yok benim...
Kendimden başka temsilim, temsil ettiğimden başka kıymetim yok.
Haddim yok ki kararım olsun benim...
Uçurumun kenarında mı duruyorum? Hayır!
Ben uçurumun ta kendisiyim ve kendimi büyük bir coşkuyla kendime bırakıyorum.
Kapatın isterseniz gözlerinizi, görmezden gelin... Çünkü bütün ordularımla geliyorum.
Çığrımdan çıkarak işte geliyorum!
Zira benim tekinsizliğimi hiç kimse görmezden gelemez!
Bu göze alışa kimse artık kayıtsızlık edemez.
Çünkü bu büyük özgürlüğe, bu kendi oluşa, bu güçlü isyana, başkaldırışa kimse imrenmezlik edemez.
Ne kadar lanetlesenizde içinizde bana dair bir özenme kalacak.
Kınayan yanınızdan çok kıskanan yanlarınız canınızı yakacak.
Çünkü içinizde bir yan ben'im!
İhanetim gibi güzelliğim de gücüm de bu benim...
İşte ben bu yüzden kardeş katiliyim.
İşte ben bu yüzden "insan"ım.

2 Eylül 2010 Perşembe

Beni güzel hatırla.

Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farzet ki bir rüyaydım estim geçtim hayatından
Ya da bir yağmur sel oldum sokağında
Sonra kanalizasyona dökülüp kaybolup gittim
Belki de gerçekten rüyaydım
Senin için...
Uyandın ve ben bittim.

Beni güzel hatırla...
Çünkü sevdim seni ben, her şeyini
Sana sırdaş oldum, dost oldum, koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışığım vefasızlığa
El oldun, aldırmadım

Beni güzel hatırla...
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını sevabını içimde
Sessizce gittim senden öncekiler gibi
Sen ne de olsa anlamadın

Beni güzel hatırla...
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar
Gülüşümü gözlerimi, sonra da sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okurum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne arasan bir sevdanın içinde
Fazlasıla bıraktım ardımda

Beni güzel hatırla...
Dizlerimde uyuduğunu farzet
Saçını okşadığımı
Üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Alnından öptüğümü düşün
Kapıda beklediğin kişi olabileceğimi düşün
Şaşırttığımı düşün seni
Sürpriz yapmayı severim bilirsin
Bu da benim son sürprizim
Seninle olan günlerimi ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla...
Çünkü gidiyorum.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Büyüksün baba!

Fazıl Say'ın son arabesk çıkışı, Radiohead'den Rammstein'e oradan Korn'a ancak Adanalılığın da hamuru ile Selahattin Özdemir'li hard-core arabeske kadar her türlü müziği dinleyebilen benim çok ama çok zoruma gitmişti. Bu halktan ayrı-gayrı bambaşka yerlerdeyim tavrının ürünüydü o. Yoksa Fazıl Say gibi bir müzisyenin bir müzik türünü aşağılayabileceğine ihtimal vermiyordum. Oysa yaptı.

Twitter'da götümdeki bir karış bokla, Fazıl Say'ın "ben başkayım" tribiyle yazdığı o yazılara ayar vermeye çalışıyordum, onun fikrini anlatmaya çalışıyordum fakat bunu uzun zaman önce Yıldırım Türker baba yapmış ve yazısını harika sözlerle bitirmiş. Hislerime tercüman olmuş. İşte sanatçılar bu yüzden var... Kendisi, Fazıl Say'ı Seçkincilik ile suçlamış ve bakın neler demiş;

"seçkincilik, kişinin seçkin olduğuna bütün kalbiyle inanıp bütün dünyanın hizmetine koşmasını beklediği anda saplanıverdiği bir tuzaktır. oradan ufuk görünmez. armoni zenginliğini ölçüt alıp bir müziği diğerinden üstün tutarsan, ritim zenginliğini ölçüt alan da başka bir müzik türünü seninkinin üstünde tutabilir. dünyayı, kültür üretimini ast-üst ilişkisiyle tanımlayıp şaşmaz bir hiyerarşinin sularında kulaç atarsan aynana yansıyan eninde sonunda faşizan bir sırıtış olacaktır. zor olanla uğraşmak, zor olana gönül vermek, tevazu gerektirir."

İşte Fazıl Say'da bu tevazu yok... "Ya acıtasyon yapıyorlar arabesk diyorlar, halk onları benden daha çok tanıyor" şeklindeki kompleks yüzünden değilse Fazıl Say'ın bu çıkışları ben kafamı keserim.