25 Şubat 2010 Perşembe

Lewis Carroll Büyük Adammış

Lewis Carroll veya gerçek adıyla Charles Lutwidge Dodson aslen matematikçidir. Fakat hayatı çoğu spekülasyonlara konu olmuş birisidir, bunların arasında sübyancılık da bulunmaktadır. Nitekim papazlık da yapmış birisi olarak, papazlığın yanında gelen bonusudur bu. Tabii bunların kesin bir kanıtı yoktur.

Lewis Carroll bir matematikçi olmasına rağmen onu asıl ünlü eden yazar kimliğidir. Alice Harikalar Diyarın’da (Alice in Wonderland) adlı eserin yazarı diye tanırız çoğumuz. Fakat bu eser aslında onun matematikçi kimliğinin bir eseridir.
Lewis Carroll gayet aşikarki paralel evrenler olgusunu temel esasta ilk irdeleyen kişilerden birisidir. Alice Harikalar Diyarında adlı eserde, sıkıcı tarih derslerinden vs. sıkılan Alice, hayalini kurduğu Dünya’yı kedisine betimlerken uyuyakalır ve de bu yarattığı evrenin içinde bulur kendini.
Alice birden acele ile oradan oraya koşturan bir beyaz tavşan görür, tavşanın peşinden koşar ve tavşan deliğinden içeri düşer, bu esnada Alice’in etrafından sayılar akmaktadır. Yani rasyonel evreninden çıkıp, matematiğin altmetini olan irrasyonel dünyaya doğru yola çıkmaktadır. Aynı olgu Matrix filminde de işlenmektedir. Alice’in devam kitabı olan Aynanın İçinden’de olduğu gibi Neo, aslında olan irrasyonel dünyasından çıkarken bir aynada kendi silüetine bakar, daha sonrasını Matrix’i izleyen herkes bilir. Tabii daha sonra Matrix’e her bağlanma evresi bir rasyonelden irrasyonele geçiş sürecidir.

Ancak bunun dışında beni de bu yazıyı yazmaya iten sebep, Lost’un ve yapımcılarının bu büyük adama olan ilgileri. İleride sıkılmazsam aralarında gördüğüm benzerlikleri yazarım fakat şöyle sıradan bir benzerlikle bu basit yazıyı sonlandırayım;

Dikkat Spoiler!

Öncelikle rakamlar olayı, matematik yine Lost'da bence önplanda, şimdi alakasız gibi görünen sayıdizileri ki aslında her sayının bir kişiyi simgelediğini öğrendik, bence çok ilginç bir matematik dizisiyle bağlanacak...

Ayrıca Lostielerimiz, Faraday’in de gazıyla atom bombasını patlatarak Ada’dan uzaklaşmayı öngördü, başardılar da, ara ara gösterilen paralel evren ile hayatlarının “harika” olduğu versiyonlarına şahit oluyoruz. Locke baba kompleksini yenmiş, çok sevdiği sevgilisi ile evlenme hazırlıklarında, Hurley dünyanın en kara talihli adamı değil, en şanslı adamı. Kate yine eski günlerdeki gibi kanun kaçağı ve kaçmayı başarabiliyor, Jack çocuk babası ve çocuğuyla olan ilişkisi kendi babasıyla olan ilişkisinden çok daha iyi, yani istediği gibi bir baba olmuş Jack. Ancak her birinin öyküsü böyle iyi niyet timsali gibi görünürken, aslında içlerindeki buruklukları, hikayelerindeki boşlukları görebiliyoruz. Mesela Jack’in apandisti, Locke’un hala sakat olması vs. Bu da Alice’in o kurduğu hayal dünyasındaki boşlukları, daha sonra bu acı boşlukları fark edip kırılmasını bizlere gösteriyor. Hayatta her şey istediğimiz gibi olmaz diyerek uyanıyordu Alice ve şükrediyordu, uyanıp rasyonel dünyasında olmasına…

Oysa Lostielerimizin rasyonel dünyaları da pek şükredilecek gibi değil… Kötülük şuan bir adım önde, bekleyip, izleyip göreceğiz. Alice Harikalar Dünyasına mı gitmek isteyecek? Yoksa uyandığına şükür mü edecek?

1 yorum:

plisuko dedi ki...

bilinen bir ayrıntıyı da eklemek isterim... lost'un üçüncü sezon final bölümünün adı "through the looking glass"tır. bu da lewis carroll'un alice in wonderland'in devamı olarak yazdığı kitabın ismidir. diziyle yazar arasında sıkı bir bağlantı olduğu çok bariz.